Yeni yeni anlıyorum aslında bugüne kadar yaşadıklarımın hangi anlamlar içerdiğini… Bana neler yaptığını, neden yaptığını, neden bunları benim o anda anlamadığımı… Beynimin havuzundaki tonlarca sorunun cevabının her geçen yeni günde buluyorum. Karşılık alabiliyorum artık beynimle konuşurken. Bulduğum cevapların hepsinde önüme kırık dökük parçalar çıkıyor. Tıpkı bir yapbozun parçaları gibi, yerlerine konulmasını bekliyorlar. Aslında ben başlarda bu yapboz oyununu oynamaya çalıştım. Önüme serdim zamanında yıkık dökük benliğimi, parçaları yerine koyamadığım anlarda hep oyunuma başkalarını ekledim. Bu yüzdendir hep birilerine muhtaçlığım, hep destek olacak, yol gösterecek birilerini aramam… Bakıyordum parçalara ama gerçekten göremiyordum demek ki.
Yeni yeni anlıyorum aslında gözlerim parçaları teker teker yerlerine yerleştirirken kalbimle beynim arasında ne kadar büyük bir uçurumun olduğunu. Ardından yavaş yavaş parçaları yerine koyuyorum. Her koyduğum parça öyle güzel yerlerine oturuyor ki geçmişe dair hiçbir soru işareti oluşturamıyor beynim. Çıkmaz sokaklarım kalmıyor geçmişte, artık gelecekte neresinin bir çıkmaz sokak olabileceğini seçebiliyorum, kalbimin sezgilerinin kuvvetlendiğini hissedebiliyorum. Geçmişle oynadığım bu küçük oyun daha çok küçük olan kalbimin gelişmesiymiş yeni yeni anlıyorum. Tıpkı küçük yaşlarda zekâmızın gelişmesi için ebeveynlerimizin doğum günlerimizde aldığı karmaşık yapbozlar gibi geçmişimdeki yıkık dökük bedenim… Farkında olmadan körelmiş gözlerim seni yaşarken. Sen merkezcil bir yaşam, olağanüstü yaratıcılıkla oynan tek kişilik bir sahne yaratmışım kendi içimde ve sahnenin en önünde seni yaşamaya dair biletimi kesmiştim hayattan. Her zaman isyan ettiğin konuyu açıklıyordu şu kurduğum cümleler. Sadece hayatında ben yokum ve sadece sen beni izleyemezsin koskoca tiyatro salonunun sıralarında, derdin. Bencillik ettiğimi düşünür beş para etmez insanlar uğruna kendini hep başkalarına gösterme, birlikte olma heyecanını taşırdın. Hatta bazı günlerde haddini aşar seni sen yapan özellikleri görmezden gelerek yani beni hiçe sayarak tenimin arasından sıyrılır heyecanla onlara doğru koşardın. Gün gelir sahnemizde oynadığın repliklerdeki gibi bana bir şeyleri anlatmak uğruna rollerini benim gözlerimde devam ettirir, başkalarını korumak adına tek savunmasız yerimi kendi silahımla vururdun, sevgiyle… Ama o zamanlar beynimle bağlantım öyle bir yerden kesilmişti ki kalbimin yollarında hep sana dair bir özlem oluşuyordu. Beynime gitmek için sarf ettiğim çaba hep sana olan sevgimle yoruluyordu, savaşamıyordum aslında senin beyninle… Ben kalbimle izlerken seni, sen beyninle kurduğun tuzaklara beni rahatça sokuveriyordun. Neyin savaşı içerisinde olduğumuzu şimdi anlıyorum. Aslında ben senin yaralı ruhundaki çocuktum, seni sen yapan özellikleri barındıran… Bu yüzdendi hep benimle olan anlamsız savaşın. Bir kere alışmıştı tenin şeytanca oynan oyunların içinde zevk almaya, kolay kolay kendini alamıyordun. Korkuyordun benim seni bu hayattaki o çok zevk aldığın iğrenç oyunundan alıkoyacağıma…