Ve yeniden hayat dedi tanrı… Bir yerlerine tutunmak istemesek de bizi yakamızdan paçamızdan yakalayıp kendi renklerinin içine gömen, ölmek istemelerimizin önüne geçip kendi ıslak mezarlığında bizim için nezih yerler hazırlayan bir oyunun parçasıydık. Sonsuzluğun düşsel gıdıklamalarına ve hiçliğin bitimsiz zevklerine sırt çevirenlerden değildik belki, belki hiçbir zaman hiçbir sözcük bir önceki sözcüğü "sen" olmayan bir cümlede bu denli kanatmadı yaramızı, kabuk bağlamasını olanaksız kılan ve mütemadiyen kör cümlelerle kestiği yaramız kanırtıyor içimizdekileri, böğürüyoruz yaralı bir hayvan gibi… Yazlık olan ama yer yer içimizi ürperten duyguların tınılarını divit ucunu katran kimsesizliklere batırıp defalarca yazdık topal sözcükleri. İçeride olup bitenleri anlatmaya çalıştık dışarıdakilere bu sözcüklerin çoğunda, içimizde bazı bazı yer edinenler kısmen anladılar belki, ama asıl vahiynin gitmesi gereken peygamber kadın-adam tıkamıştı sanki bütün duyu organlarını. Kulaklarından, gözlerinden, teninden ulaşmak mümkün değildi. Çaresizdik… Bıraktık…
Hiçbir zaman usanmadık ancak, hiçbir gök renginin daha güzel olduğunu kabul edemedik gökyüzünün gerdanlığındaki mavi ve kırmızının ortaklığından. Üzerine gözyaşı damlayan mor’a tapınamadık belki ama Hamur Ana tanrıçasına secde ederek ve bütün kadın kokularını ezberleyerek zihnimizde çokça gözyaşı döktük kırmızıya, maviye… Kim ne zaman "GİTMEK" gibi sözcüklerin ardında kalsa, yani gözleri halen buralardayken gitmiş olsa çoktan düşleri, birileri göremiyorsa da güneş hala gözlerinde tutulduğu halde kendisi mehtabın uzaklığından dem vursa, ne zaman bir kardelen ölse, bir martı aç kalsa, gölgelere yazılan şiirler azalsa ve ifadeleri bire düşse yüzlerin o zaman en çok ben, ılık bir çaresizlik, üzerime sinmiş bir türlü kurtulamadığım bir kederler silsilesinin kendisi, rengi, kokusu altında kalıyorum, eziliyorum… Acaba şairin dediğini biz de söylememiz gerekenlere, yani bizde olmaması gereken hayatlara haykırmalımıydık… Kanaatimce evet… O halde ne duruyoruz, gür bir sesle tekrarlayalım mı şairin isyanını….; Burada, çocukça korkularım tarafından bastırılmış halde bulunmaktan çok yoruldum Ve eğer gitmek zorundaysan Hemen gitmeni dilerim Çünkü varlığının hala burada oyalanıyor Ve beni yalnız bırakmayacak Bu yaralar iyileşecek gibi gözükmüyor. Bu acı fazla gerçek Zamanın silemediği çok fazla şey var Ağladığında, tüm gözyaşlarını silerdim Çığlık attığında, tüm korkularınla savaşırdım Tüm bu yıllar boyunca elini tuttum. Fakat hala bana tamamen sahipsin Sen beni tınlayan ışığınla büyülerdin. Şimdi geride bıraktığın hayat tarafından bağlandım Yüzün, benim bir zamanlar tatlı olan rüyalarımı ziyaret ediyor Sesin, tüm akıl sağlığımı kovaladı Bu yaralar iyileşecek gibi gözükmüyor. Bu acı fazla gerçek Zamanın silemediği çok fazla şey var Kendime gittiğini söylemek için çok uğraştım Ama hala benimle olmana rağmen Baştan beri yalnızım… Bizi ta başından kendi gözyaşlarımızla ıslatanları elimizin tersiyle itiyor, bütün gitmesi gerekenlerin gitmesini dilemiyor ama eğer gideceklerese de insanlık var oldukça var olacak olan bir HOŞÇAKAL sonatı ile Hoşçakal, Mutlu Kal diyoruz… HOŞÇAKAL DÜNYA…